25 Ocak 2016 Pazartesi

Kral Lakaplı Naci San Efsanesi!


Yine Can İnce anlatıyor:

"Eski Ankara şampiyonu rahmetli Naci San'ın lakabı “kral idi”. Oynadığı “yüksek satrancın” yanında, çeşitli el-ayak oyunları, manyelleri ve muzip hileleri ile de tanınırdı. Naci Bey'in oyunlarında taşlar gidebilecekleri değil, gitmeleri gereken karelere giderlerdi. Örneğin f3 karesinde bir atınız var ve acilen d5'e gitmesi gerekiyor. Normalde bu dört hamle alır. Ancak Naci Bey atı eline alır, havada çevirir çevirir, sonra bir ara -tekrar(!)- e3 karesine bırakır gibi yapar, sonra bir süre daha havada çevirdikten sonra d5 karesine bırakıverirdi. 
Naci Bey'in oyunsonu da fevkalade kuvvetliydi. Bir eri yedinci yataya kadar sürmüş durumda vezir çıkarken, sekizinci yataya bir vezir bırakır, fakat yedinci yataydaki eri kaldırmaz, bir kaç hamle sonra gerekirse sürüp bir vezir daha çıkardı. Tahtaya yandan taş sokmak, oyuna başlarken b1 ya da g1'e bir yerine iki at dizmek, rakibin taşlarını çalmak, çaktırmadan rakibin saatiyle oynayıp zamanını eksiltmek ve buna benzer bilumum rezaletler, hep şöhretli yüksek oyuncu Naci San'dan öğrendiğimiz numaralardı." Naci Bey'le oynarken bir atak çıkarmayagörsün; hemen “Hiiii! Bakıyorum daaa... şöhret peşindesin!” lafını yapıştırırdı. Rahmetli Malik Çapar Ağabeyimiz gençlere çok değer verirdi. Yetenekli bulduğu gençleri bir süre çalıştırır ve kıvama geldiklerine kanaat getirdikten sonra Naci Bey'in karşısına çıkarırdı. Naci Bey bu duruma alışmıştı ve her seferinde “Efendi! Ben çocuk çocuk mütehassısı değilim!” diye karşılık verirdi. Günlerden bir gün, Malik Çapar, Büyük Üstat Abdullah Sözen'deki cevheri fark etmiş, onu iyice yetiştirmiş ve Naci Bey'in karşısına çıkarmıştı. Naci Bey tam “ben çoluk ço...” diyecekken Büyük Üstat bastırdı: “Yalnız beyefendi, ben parasına oynarım!” Naci Bey: “Hiii! Öyle mi beyefendi! Tamam sonra oynarız. Şimdi biraz işim var!” “Siyahlar terk eder ve bir kaç gün ortalıkta görünmez.” sözü de sanırım Naci Bey'den çıkmıştı. Özellikle kanattan er saldırısı yaptığında eri “heheheyyyt!” diye sürmesi ve eri “vidalaması” meşhurdu. Bunların ötesinde, yaptığı öyle bir numara vardı ki “satranç tahtası başında yapılmış dümenler” tarihine altın harflerle yazıldı. Naci Bey bir oyunda iki kale geri ve mat olmak üzereydi ancak rakibinin mat edecek kadar vakti olmakla beraber, ciddi bir zaman sıkışması vardı ve can havliyle, bir an önce mat etmeye uğraşıyordu. Ancak, oyunun doğası gereği, elbette mat yapılabilmesi için, ortada bir şah olması gerekiyordu fakat rakip bir de baktı ki Naci Bey'in şahı tahtada yoktu! Panik için de “şah nerede?” diye sorunca, Naci Bey avucunu açtı, şahı gösterdi ve... : “Selametle kenardadır!”

"Resimde Can İnce ve Naci San görülmekte"

19 Ocak 2016 Salı

"Yahu kocaman adamsın, utanmıyor musun ufacık çocuğa uymaya!"


Can İnce anlatıyor:

Bir haftasonu turnuvasında Kıvanç Haznedaroğlu, Ankara satranç camiasının güzide isimlerinden rahmetli Cemal Önez ile maça başlamak üzeredir.

Kıvanç o sıralarda 10 ya da 11 yaşındadır ancak daha o vakitlerde önüne gelene kafa tutabilecek düzeyde oynamaya, rakiplerinin yüreklerine derin korkular salmaya başlamıştır. 

Bu durumdan ürken Önez, maç öncesi işaret parmağını tehditkâr bir ifadeyle sallayarak ultimatomu verir: "Beni yenersen seni döverim!"

Bir başka olay da, yine aynı dönemde Abdullah Sözen (o vakitler 30 küsur yaşındadır) ve Kıvanç Haznedaroğlu arasında yaşanır: Kıvanç, Apo'yu evire çevire zımbalamıştır. Apo sinirini alamaz ve Kıvanç'ı klübün ortasında kovalamaya başlar. kıvanç önde, Apo arkada, masaların altından-üstünden zıplayarak tüm klübü dolaşırlar.

Gürültüyü duyan klüp müdürü rahmetli Ali ipek içeri gelir ve Kıvanç'a dönerek çıkışır:

"Yahu kocaman adamsın, utanmıyor musun ufacık çocuğa uymaya!"

14 Ocak 2016 Perşembe

Büyük Üstad Abdullah Sözen





Can İnce anlatıyor,

Eskiden Ankara Satranç camiasında oyun gücüne dair iki kriter vardı: Naci Bey'den parti alan "satrancı öğrenmiş" sayılırdı. Öte yandan iki hafta satranç çalıştıktan sonra Zafer Varlık'ı 1000-0 yenemeyen adama "Neden satranç?" diye sorulur ve "Sen git kumda oyna!" denirdi.
Bir gün Büyük Üstat Abdullah Sözen ile bir yerde bira içiyoruz. Sohbet çok güzel. Üstat bir ara "Turnuva başlıyor bugün. Gidip maçlara mı baksak acaba?" diye sorunca ben bir anda irkildim: "O turnuvaya ben de kayıt yaptırdım yahu!". Bir anda canım çok sıkılmıştı çünkü üstadın derin müzik kültüründen beslenen sohbeti bırakıp da ağır parti oynamayı hiç canım istemiyordu. Düşündüm, "üstat" dedim, "Nasıl olsa ilk tur. Bana alttan rakip verirler. En iyisi ben rakibe hemen beraberlik önereyim. Sonra dönüp kaldığımız yerden devam ederiz!". Üstat da bu fikri makul karşıladı ve tur saatinde TED'e vasıl olduk. Biradan mütevellit, Üstat küçük rok yapmaya (küçük fasilitesini yapmaya) gitti. O sırada tur başladı. Üstat çıktığında ben de imzalanmış notasyon kağıtlarını teslim ediyordum.
Üstat sordu: "Oğlum rakibe ne diyerek korkuttun da hemen berabereye razı ettin?"
Ben: "Ne beraberesi? Rakip Zafer Varlık imiş. On hamlede mat etim, kalktık!"

Not: Hikaye ile ilgili şu şekilde bir tekzip geldi: "aslında o olay şöyle olmuştu bu turnuvada ilk turda ben Zafer Varlık ile oynamıştım,40 hamlede kazanıp Canla Sakaryaya gitmiştik, ertesi gün baktık Can Ince Zafer Varlıkla eşleşmiş, ben oyunumu hızla bitirdim, Can da 10-12 hamlede mat etti ve yine kendimizi sakaryada bulduk, VE FAKAAAT BENİM ZAFER VARLIKLA 40 HAMLELİK OYUNUM 5 DAKİKA SÜRMÜŞTÜ, CANIN OYUNU 25 DAKİKA!!"

Hakan Erdoğan Nezaketi!



Cep telefonunun olmadığı günlerdeyiz. İSD'de bir yıldırım turnuvası oynuyoruz. Benim o anki rakibim Hakan Erdoğan. Tüm camianın çok iyi bildiği gibi, iflah olmaz bir Dragon'sever. Tozun dumana karıştığı, taşların havada uçuştuğu, kanın gövdeyi götürdüğü bir parti oynuyoruz. O an için ben bir taş alttayım. Watanabe geldi, kısık sesle "Seni Bülent Güner telefondan istiyor" dedi. Ben Hakan'a baktım; Hakan kibarca saati durdurdu. Ben gidip konuştum. Hakan'ın da Bülent Güner ile konuşacakları varmış; telefonu ona verip masaya döndüm, forse kazancı hesapladım, Hakan geldi, saatleri çalıştırdık ve bir kaç saniye sonra masadan kalktık!

6 Ocak 2016 Çarşamba

Can İnce'nin İSD Anısı!




15 yaşındaydım. O zamanlar, arada satrancımı ilerletmek için(!) arada hafta sonları İstanbul'a gelip İSD'de yıldırım turnuvalarına girmeye başlamıştım. Bir turnuvadan bir saat kadar önce İSD'den içeri girdim... 

Adnan bana doğru bağırdı: "Seeen! Beşe bir! 50 kağıdına!". 

Adnan benden çok aha kuvvetli oyuncu ama yine de o zamanlar 1800-1900 falanım. Üstelik her satranççı gibi, ben de oyunun kendinden önce, nerede çakallık var, nerede manyel var; hepsini biliyorum. Adnan'ı da tanıyorum ama Adnan beni o gün tanıdı! 50 kağıt (eski parayla 50.000 TL) benim iki günlük harçlığımdan fazla. Etap Birahanesi'nde bira 2.500 TL civarındaydı. Oradan kıyaslanabilir. Hızlıca düşündüm: "Adnan Adnan'dır ama 50.000 de 50.000'dir!" ve bu küstahça meydan okumayı kabul etmeye karar verdim. Tabi her oyunda bayrak düşürerek 6-0 kazandım. "Beşe bir" de istersen vezir geri ol; kırk hamle sağ kalmak yetiyor zaten. 

Neticede Adnan çok hiddetlendi. Bağırıp çağırmaya başladı. Ben bir süre Adnan'ın sakinleşmesini bekledikten sonra: "Abicim ne biçim adamsın! Hem çoluğa çocuğa yeniliyorsun, hem de bağırıp çağırıyorsun!"